10 Eylül 2010 Cuma

kendini evde hissetmek...

sonunda oldu gibi...
bazen durup ruhumu çimdikliyorum, rüya mi bu diye!?
 - ...
 hayir! gerçek...
tatli-tuhaf duygular icerisindeyim bu endülüs diyarinda...


ne tam anlamiyla o avrupa disiplini, sicak memleketlerin sıkıldığı o soğuk düzenin, fransız burnu havadaliğinin içerisinde..
ne de doğu´nun o egzotik-mistikliğinin 
hemen altinda/üzerinde/yaninda gizlenen; 
bilhassa da arap müslümanliğindaki aşırılığın, 
dine karşı yapmacık bir teslimiyetin içinde...


ama endülüs´ün hafızasındaki  arap tarihinden ötürü de, 
hala bir doğu mistisizminin, tembelliğinin, eğlencesinin 
bir yemek gibi o´nun üzerinde tüttüğünü görebiliyor, 
bu baharatların kokusunu alabiliyorum.


iki kültür arasinda kalmiş halde..
doğunun ve batinin ortasinda değil belki 
ama kenarinda.
en çok sevdigim şey de bu sanırım : arada kalmışlık..
tam anlamıyla bir şeye- yere ait olmamak,
aidiyet hissetmemek.
çemberlerin icinde sıkışıp kalmayın, diyordu hikayeci :
bir semazen gibi çemberler arasında yolculuk edin..
evet
ruhum doğu, aklım batı benim de..


havası, suyu, guneşi, egzotikliği, 
aynı doğup büyüdüğüm, taşındığı
ve yaşadığım o yerlerdeki gibi..
insanlarının
şen şakraklıklarıyla evimde gibiyim..


...ve ama geldiğim yerdeki o tutuculuktan, 
"yaradılanı "biz" e benzetiriz kendimizden ötürü.." 
gibi bir dönüşümten yoksun(!) bir güzellik..


ahh!!..
bu yüzden de evimde olmasini özlediğim bu şeyleri 
sanırım burada buldum,
-en azindan şimdilik buldum saniyorum- 
diyebilirim.


evet..dillerini henüz çok akıcı konuşamasam da,
çok ahım-şahım dostluklar olmasa da henüz,
özlesem de geride bıraktıklarımı, dostlarımı
annemi-yemeklerini 
ve şarkilarini memleketin,


yine de sanki kendimi "ev"de gibi hissediyorum.
evet evet : 
çay´a ve bayram´a rağmen,
burası "evim" olmalı
gibisi fazla.