13 Aralık 2010 Pazartesi

kardan adam..

"kardan adam" olmak isterdim,,fazla ve gereksiz bir uzun ömüre sahip olmadan vazifesini yerine getirip hafif bir sicaklikla eriyip gitmek..

18 Ekim 2010 Pazartesi

love of lesbian-universos infinitos (sonsuz evrenler)

ismine aldananlar için simdiden uyarayim..Pek bir lesbian lik durum yok bu yazida ve grupta..
Sadece kafalarina öyle esmis iste..iyi de olmus hani..
neyseciime..
artik günün son saatlerindeyim..
ve bugün hiç disari çikmayip, kendi kendime hasta izni verdim..eger hissetmeseydim hasta oldugumu disari çikabilirdim ama hissetmek istedim ya da belki de sadece yatagimdan kalkmamak..

birkaç haftadir tanisik oldugum bir grup vardi..Ispanyol grup kendileri 1998 yilinda Barcelona da kurulmus, bir indie pop-rock grubumuzmus.
bu kisa bilgiden sonra gerek klibiyle gerekse sözleriyle -tabi ki çevirebildigim ve anlayabildigim kadariyla-
sevgime mazhar olan parçalarina böyle bir yazi yazmaya karar verdim..
ayri bir hava var klipte..renkler figürlerçok pastel..ve tabiki yine melankoli...
kendimce sarkinin sözlerini çevirmeye yeltendim..umarim bir nebze iyi gelir..
yakinda Malaga´ya gelceklermis..gideriz artik.^^

Love of Lesbian - Universos infinitos from Lyona Alyona on Vimeo.


----Universos Infinitos/ Sonsuz Evrenler------



Ahora dicen que hay muchos más universos
(bugünlerde birçok evrenler oldugunu söylüyorlar)

infinitos como el nuestro. 
(bizimki gibi sonsuz evrenler) 

Dime si no es para volverse loco, 
(eger bu saçmalik degilse söyle bana)

¿no te sientes más pequeño? 
(daha küçük hissetmiyorsun degil mi?)

Dos espejos frente a frente crearán
(iki ayna durmus birbirine bakiyorlar,)

cien mil caras que observar,
(içinde binlerce yüz öylece bekleyerek)

puede que alguno de ellos sea el real,
(bunlardan sadece bir tanesi gerçek olabilir)

lo tendré que investigar.
(onu da aramak zorundayim)

Que empiece el viaje ya ...
(simdi yolculuk basliyor..)

Infinita ingenuidad, ilusión centesimal, 
(sonsuz sadelik, yüzde bir ilüzyon)

me creía tan capaz con mi capsula de albal,
(albal kapsülümle bu kadar yetenekliyim sanmistim)

mi torpeza fue total, de tan grande es demencial,
(tamamen benim uyusuklugumdu, koca bir hantallik)

no detecto una señal, nunca encontraré el lugar
(ne bir sinyal algiliyorum, ne de bir yer bulabilecegim)

donde al fin me entienda.
(sonuna geldigimde anlamis oldum)

Me perdí en mi universo, ¿y tú?
(kendi evrenimde kayboldum, ve sen?)

Me perdí en mi universo, ¿y tú?
(kendi evrenimde kayboldum. ve sen?

No volveré a hacerlo más, no he encontrado respuestas.
(Artik bunu daha fazla yapmayacagim, cevaplari bulamadim.)

¿Y si no regreso jamás y este ruido no cesa?
(ve hiç geri dönmezsem ve bu yaygara hiç bitmezse?)

Mundos que van a estallar si mi vida es la apuesta.
(Eger hayatim bir oyunsa dünyalar parçalanacak)

Y yo ya no puedo hacer más si este más siempre resta ...
(ve ben artik daha fazla yapamiyorum, her zaman daha çok kalacaksa..)

Y yo ya no puedo hacer más si este más siempre resta ...
(ve ben artik daha fazla yapamiyorum, sürekli daha çok kalacaksa geriye..)

Y yo ya no puedo hacer más ...
(ve ben artik daha fazla yapamiyorum..)

Y yo ya no puedo hacer más ...
(daha fazla yapamiyor..)

10 Eylül 2010 Cuma

kendini evde hissetmek...

sonunda oldu gibi...
bazen durup ruhumu çimdikliyorum, rüya mi bu diye!?
 - ...
 hayir! gerçek...
tatli-tuhaf duygular icerisindeyim bu endülüs diyarinda...


ne tam anlamiyla o avrupa disiplini, sicak memleketlerin sıkıldığı o soğuk düzenin, fransız burnu havadaliğinin içerisinde..
ne de doğu´nun o egzotik-mistikliğinin 
hemen altinda/üzerinde/yaninda gizlenen; 
bilhassa da arap müslümanliğindaki aşırılığın, 
dine karşı yapmacık bir teslimiyetin içinde...


ama endülüs´ün hafızasındaki  arap tarihinden ötürü de, 
hala bir doğu mistisizminin, tembelliğinin, eğlencesinin 
bir yemek gibi o´nun üzerinde tüttüğünü görebiliyor, 
bu baharatların kokusunu alabiliyorum.


iki kültür arasinda kalmiş halde..
doğunun ve batinin ortasinda değil belki 
ama kenarinda.
en çok sevdigim şey de bu sanırım : arada kalmışlık..
tam anlamıyla bir şeye- yere ait olmamak,
aidiyet hissetmemek.
çemberlerin icinde sıkışıp kalmayın, diyordu hikayeci :
bir semazen gibi çemberler arasında yolculuk edin..
evet
ruhum doğu, aklım batı benim de..


havası, suyu, guneşi, egzotikliği, 
aynı doğup büyüdüğüm, taşındığı
ve yaşadığım o yerlerdeki gibi..
insanlarının
şen şakraklıklarıyla evimde gibiyim..


...ve ama geldiğim yerdeki o tutuculuktan, 
"yaradılanı "biz" e benzetiriz kendimizden ötürü.." 
gibi bir dönüşümten yoksun(!) bir güzellik..


ahh!!..
bu yüzden de evimde olmasini özlediğim bu şeyleri 
sanırım burada buldum,
-en azindan şimdilik buldum saniyorum- 
diyebilirim.


evet..dillerini henüz çok akıcı konuşamasam da,
çok ahım-şahım dostluklar olmasa da henüz,
özlesem de geride bıraktıklarımı, dostlarımı
annemi-yemeklerini 
ve şarkilarini memleketin,


yine de sanki kendimi "ev"de gibi hissediyorum.
evet evet : 
çay´a ve bayram´a rağmen,
burası "evim" olmalı
gibisi fazla.







12 Ağustos 2010 Perşembe

Yine yollardayım ve yine pencere kenarı...

    ve mütemadiyen olduğu gibi geceleyin.
   gecenin verdiği birbaşına'lık, huzurluluk dürtüleri, yanından usulca geçilen kamyonlar, başka başka otobüsler, ucu görünmez karanlık, kesik çizgili yollar, ah o yollar..
   ama bu sefer tüm bu mütemadiyenliklerin dışında olan birşey var : gitmek.
   yine doğduğum, sokaklarında seksekler oynadığım, top oynamaya çağırdıklarında kaçtığım, pınarlarından soğuk sular içtiğim, bulutlarından binbir türlü şekiller çizdiğim ve uğultulu tepelerinde uçurtmalara özgürlük verdiğim o köyümden, yine pek sevdiğim o şehr-istanbul'a gidiyorum.. ama bu seferki başka..herzaman kendisine yaşamak için giderken, kendisinde kendimi bulduğum o şehiri de terketmek için.
  kötü bir yere gitmiyorum elbette, belki de şimdi bu yaptığım istediği yere gidişi kesinleşmiş bir çocuğun sevdiklerini terkettiği için yaptığı bir günah çıkartması da olabilir..
 hayır hayır..tam olarak öyle değil! bu tatlı bir mutluluk, tatlı bir heyecanla beraber tatlı bir hüzündür aynı zamanda..
   gitmek ...
   yeni başlangıçlar için bitişler yaparak..belli belirsiz üzüntüler, sevinçler, kırık kucaklaşmalarla...
   buğulu gözlerle meraklı bakışlar arasında kalan, arafta kalmış bir çocuk edasıyla..
   bir maniniz yoksa anne hoşçakalın'larla..
   sevip de sevmeyenler ve sevmediğiniz sevgililerle..
   gönderilmeyen ve istenilmeyen mektuplarla..
   dar vakitlerde vermeye az bulduğunuz sevgiler, dostluklarla..
   bi kaç elbise, birkaç kitap ve birazcık büyükçe umutla gidiyorum bütün aşklar yüreğimde..
   ya da "me voy"
   ...
  
12 augustos.çarşamba.2010 devrek-istanbul otobüsü..
gece 03.41

7 Ağustos 2010 Cumartesi

sıradan bi gün..

     şimdi burayı günlük gibi kullanacağım, hiç sevmediğim halde..kalemle yazmak vardı halbuki, çok değiştim çok.
evet, siz haklıydınız bay katatonik şizofreni bey! değiştim ama bi yerlere gidiyorum diye değil. 
hani bi laf vardır ya şu sıralar popüler olan "beni siz delirttiniz" diye..beni siz değiştirdiniz..son kelimeler pek uyumlu değil ama idare edin artık..Hem son söyledikleriniz hiç de inanılacak cinsten bişey değildi! ben sevgimi size çok belli ettim, hata da orada başladı zaten. mektubumu bile sormadınız. Hoşçakalın!
     ***
    Çıkmış bu terasımsı yerde belki rüzgar gelir umuduyla bilgisayarla başbaşayım..Ne facia! bi türlü kurtulmak mümkün değil..Kitap okusaydım böyle olmazdı...Kitapları sadece satın alabiliyoruz, gerisi gelmiyor. Oku demişti büyüklerimiz..neden hep büyüklerimiz derse..Küçüklerimiz dese böyle olmazdı. Büyükler hep büyükçe konuşuyorlar, küçükler verseydi bilgileri daha çok yapmak isterdik herhalde..
     ***
    Denize mi gitsem, kitaplarımı da yanıma alırım hem..hımm..şimdi orada da seyfi bey var, eşi çoluk çocuğuyla..yok yok sadece tek çocuk : oğlan. erkek manasında. öbürü değil, umarım olur öyle. Ne iyiyim..haha..
   Neyseciime..boya yapacaktım aslında bugün, evimizin dış ve iç mihraklarını boyayacaktım..cephelerini aslında..
ama baba izin vermedi. Baba devlet konumunda sanırım, ama sadece kendi vatandaşlarına sözü-emirleri geçebiliyor..Dışarıya karşı çok uysal, ve sevimli..
   Herkese pamuk helva dağıtıyor..pamuk şeker de olabilir..Nazar boncuğu değil.
    ***
şu konsolosluktan da bi cevap gelmedi.. Patricia salı günü tatile gidiyormuş..Eğer ozamana kadar cevap gelmezse 16 ağustos gidiş tarihim değişebilirmiş..
Değişmez umarım..
Hadi ayırlısı..
bak bu da sevdiğim müziklerden biri..
the dø isimli grubumuzunmuş..



THE DO - ON MY SHOULDERS / OFFICIAL VIDEO
Yükleyen thedoband. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!
severim kendilerini eksik olmasınlar.





1 Ağustos 2010 Pazar

yeniden pencere kenarı

uzun zaman oldu..bloguma yazılar yaz(a)mıyorum..yazamıyorum demek aslında bir bahane..
insan isteseydi gerçekten neler yazmazdı ki..
şimdi gidişimin arefesinde tekrar yazılar yazmayı başarabilmekteyim..umarım ilerde başarabileyazdım demem...
pencere kenarlarından bakıp durdum bu süre boyunca..hiç anlatmadım, sustum, izledim sadece..kimi zaman bilinçli olarak sustum, kimi zaman internetin büyülü ekranına dalarak, sadece tüketici bir amaçla izledim, pasifize ettim kendimi..ve bunun git gide daha kötü bir hal olduğunu ve aldığını farkettim işte yeniden..
en azından tek yapabildiğim şeyi de harcamamalıydım bir hiç için..Yazmak becerimi kullanabilmeliyim sonuna kadar..eğer bir şeyleri tüketeceksem üretmek için yazarken tüketmeliyim..
Bir reklam vardı hatırlarsam.şeker bank'ın..üretimle ilgili..TV bir an sessizliğe bürünüyordu..ekranda sadece durağan bir hareket, susan bir üretim vardı.."Üreten Susarsa Türkiye Susar" diye..
son zamanlarda gördüğüm en güzel reklamlardan biri..
reklamcılara bazen imreniyor üzülüyorum.. ne güzel yaratıcı fikirler, kısa film tadında reklamlar..ama sonunda alakasız bir yere bağlanıyor..
yazık ama para da kazanıyorlar ya bundan...
neyse konum üretmekle ilgiliydi.. ne kadar çok az üretiyoruz çok tüketmemize rağmen.. evimden çöğ poşetlerini atarken birden hiç birşey üretmediğimi farkettim..
tembellikten ötürü.. oysa çöplerden harikulade şeyler yapılabilir..

30 Haziran 2010 Çarşamba

"bu ruh, bu beden hepsi aynı"

haziran ayının son haftasında EVS/AGH için Ayrılış Öncesi Eğitimine katıldım Ulusal Ajans'ın önderliğinde..
      benimle birlikte 1 nisan başvurusunda projesi kabul görmüş toplamda 105 genç gönüllü bulunuyordu..
5 gün boyunca Ankara'da City Hotel'de rahat bir eğitim geçirdik. Tanışma faslı, ısınma oyunları, pançolar, oda arkadaşları -ki 414'tük biz-, vesaire vesaire derken bir çok yeni arkadaşlarla tanıştık, iyi de oldu..
     özellikle oturumlardan birisinin konusu kültürlerarası öğrenme-çatışma'ydı..ve doğal olarak farklı bir kültür içerisine gidiyorduk hepimiz ve hepimizin gzihnine küçüklüğünden beridir çakılmakta olan, o kültürleri bir arada tutan öğelerin hemen hemen hepsi gideceğimiz ülkelerde farklılık gösteriyordu : Dil, Din, Irk, Cinsiyet..
    bu oturumda da gittiğimizde bizim "tuhaf" karşılayıp, oralarda biraz daha saygı ve sevgi içerisinde karşılanan, ama ülkemizde hala bir tabu olan bir diğer konudan konuştuk : "eşcinsellik". üstelik benim projemin ana konusu da bunun üzerineydi..
    aslında şimdi düşünüyorum da verilen tepkiler, çok da şaşırılmayacak cinstenmiş..(ozaman daha fevri ve duygusal bir tepki vermiştim)..çünkü -ve ne yazık ki- o kadar çok birileri var ki bu konuyu horlayan, aşağılayan, alay eden, yok sayan, ezen, öldüren sayıları binleri milyonları buluyor hem de, artık siz bunu horlayanları değil de en azından "ben saygı duyarım" diyenlere çok şaşırıyorsunuz..ve böyle insanları nimetten görüyorsunuz..Halbu ki aslında kendisine sığınılarak muhatabına istediğini söyleyen sonra da "ben katılmıyorum ama saygı duyuyorum" denilen bu sözün bile içeriği boşaltılmış bir haldeyken günümüz..

   ve gerçekten size destek veren, samimiyetlerini hissedebildiğiniz insanlar, arkadaşlarınız, dostlarınız olduğunda işte onlar gerçek birer hazine oluyorlar..
 
     işte bu oturumda da nahoş tepkiler, ön yargılar, ah o ön yargılar, söylentiler oluşmuştu grubumuzda ve ek bir oturumun daha yapılmasına karar vermişti eğitim sorumluları..
    hepimiz konuştuk, ettik, oyunlar oynadık, hollandalı, gay, lezbiyen, yahudi, arap, roman olduk..sonra bunları tartıştık..sonra tartıştığımız şeylerin aslında "biz" olduğunu farkettik..ve umuyorum ki hepimizin aklındaki ön yargılar gitti.
    o günden aklımda kalan sözler birimizin ağzından çıkan şu sözü olmuştu :

      "bu ruh, bu beden, hepimiz aynıyız"
  
  
  
 

 

11 Nisan 2010 Pazar

Saatleri ayarlama enstitüsü ve Ahmet Hamdi Tanpınar

Ahmet Hamdi Tanpınar okuyorum ve Saatler'ini okudum..sadece okudum dememeliyim aslında, bir nevi yaşadım kitabı..
böylesi çok sık olmaz, ya sıkılır, ya da kitabı yarıda bırakmamak adına bitirirdim bazı kitapları..ama bazı kitaplar da tıpkı saatler...de olduğu gibi yeni bir dünya içine girerdim, kahramanlardan biriyle bütünleşiverdim ve kitap bittiğinde haftalarca kitabın içinden çıkamayıp, "bu kitabı" diyordum.."evet bu kitabı"..mutlakaya senaryoya dökmeli..ve yönetmeliyim..bir filmi çekilmeli en azından..
evet bunu haftalarca dillendirip, kısa filmler çekmeye başlamıştım bu kitap adına..
hala aklımın ve kalbimin bi yerlerinde bu fikir var.


elimde kalemle sayfalardan sayfalara koşuyor..ruhsal betimlemelerin içine düşüyor, ama canım yanmıyordu.. çünkü ruhumu o kadar güzel tarif ediyordu ki canınız yansa bile bunu sarhoşluktan hissedemiyordunuz..
Ahmet Hamdi ne yazık ki bazı ideolojilerin esiri altında yaşıyor..bence oralardan  çıkmalı ve sadece edebiyat ve sosyoloji adına okunmalı..


ve Tanpınar aslında tam bir pınar..
olur öyle arada ve
darısı başıma..
:)

işte o koşuşturmalarımdan altını çizebildiğim bir kaç pasajlar..cümleler..tarifler.. :






"şimdi kendimi ortada hissediyordum. Mektep, gençlik için daima ehemmiyetlidir. Her şeyden sarfı nazar o yaşlarda ömrün en azaplı meselesi olan "Ne olacağım?" sualini geciktirir. Bırakın ki vaktinde yetişir, sonuna kadar sabreder, aktarmaları tam zamanında yaparsanız, içindekini behemehal bir yere götüren trenlere benzer. Ben bu trenden vaktinden çok evvel âdeta çölün ortasında inmiştim.







Etrafımda yavaş yavaş beni hedef alan, üzerimde yüksek sesle düşünen bir teşhis uğultusu, çok cömert ve insanî bir endişe başlamıştı. Annemin dilinden "bu çocuk ne olacak?" sözü düşmüyor, komşular babamla her karşılaştıklarında söze, "Oğlanı ne yapacaksın?" sualiyle başlıyordu..." syf. 57.











"çok dikkat ettim, masallar adla başlar. Ceketinize veya boyun bağınıza eskiliği veya güzelliği yüzünden bir ad verin, derhal hüviyeti değişir, bir çeşit şahsiyet olur..." syf. 71.


"yalanın sihirli çizgisi içinde idim ve bu bana yetiyordu." syf. 74.









"mübarek....







kendi köşesinde hiçbir zamana girmeyen bir zamanı saklıyordu." syf. 77.









"bir uçuruma uzatılmış bir kalas üzerinde yürür gibi sade,tehlikeli ve muvazeneden ibaret bir hayat yaşıyordum. " syf.78


"...eşyanın kayıtsızlığı..." syf.85


"....insanların yalnız hakkıyla yapabilecekleri işle meşgul oldukları bir dünyada yaşamanın nasıl bir saadet olabileceğini düşünmemek..." 99









"ahh o andaki sesim!! Nasıl tanıyordum bu sesi ve hıçkıran bütün vücudumu...







Korku..korku ve insan, korku ve insan talihi, insanın insana hücumu, o hiç yere düşmanlık. Fakat neyi aldatabilirdim, kime anlatabilirdim. İnsan neyi anlatabilir? insan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz." syf 109.









"....doğru dürüst yaşayan insanların dünyası..." syf.125









"araya menfaatlerimiz girmeyince hadiseleri elbette başka türlü, daha realist bir gözle görmeğe, hakikaten daha uygun şekilde anlamaya ve yorumlamaya başlarız." syf. 132


"Hayat kendi şeklini yaratmazsa böyle olur; bir çeşit aralıkta yaşıyorlarmış gibi düşündüm. İsterseniz onlara kapının dışında kalanlar da diyebiliriz. Muasır zamana girememiş olmanın şaşkınlığı içinde yarı ciddi, yarı şaka, tembel bir hayat!" Halit Ayarcı'nın kahvedekiler hakkkındaki sözleri. syf.131.


"-burada herşey biraz afyon, biraz uyku ilacıydı." syf.132.


"....hepimiz kollektif bir yalan içindeydik...." syf. 150.









"...ev sahipliği denen mukaddes vazife..." syf.155.









"insanoğlu insanoğlunun cehennemidir" syf. 175.


"...halinde mürebbiyesinden izin almış bir çocuğun rahatlığı vardı." syf. 175.


"kafamdan ancak gölgesi geçen bir düşüncenin iki dakika sonra böyle cezasını çekeceğimi nereden bilebilirdim?







biz fakirler böyleyizdir. Kader sarayında bizim işlere bakan büro hiç şaşmaz, ihmal etmez. Zihnimizden geçen en uzak, en masum ihtimallerin, sadece şiddet ile ret için düşündüğümüz şeylerin bile ceremesini öderiz." syf.189.


"herşeyde bir çocuk saçı yumuşaklığı var." syf. 199.


"bütün çocukluğum kavga, dırıltı içinde geçti, bağıran insan sesi beni öyle korkutuyor ki..." syf.286.


"hem biz kavga edemeyiz. Kendisinden başka herkesi haklı bulan insan kavga eder mi hiç?" syf.286.









"bir reçel kavanozuna düşmüşüm gibi..." syf. 290.


"biz kabahati üzerine yüklenen insanlarız" syf. 308.










(tecrübe hakkında)





"-içlerinden tecrübelileri seçsek?









-Asla!!...siz tecrübe kelimesinin hakiki manasını bilmiyorsunuz. Tecrübe sahibi demek, yıpratılmış olmak, muayyen hudutta ve muayyen fikirlerde donmuş olmak demektir." syf.311.









"Ben size değil, kendime dargınım." syf.317.


"Elbette birinden biri iyi gelecek ve ben de etrafımdakilere benzeyecektim. Muhakkak benzemeliydim. Benzemezsem yaşamak çok güçtü." syf. 325.









"Siz her girdiğiniz yerde, evvela nelerden iğrenebilirim, nelerden azap çekebilirim, diye etrafınıza bakıyor, ondan sonra da hep burnunuzun altına bir tutam ısırgan otu asmışlar gibi silkine silkine dolaşıyorsunuz."







(halit ayarcı hayri irdal için söylüyor) syf.327.









"vaktiyle ne kadar masum yalanlar söylermişiz" syf. 326


"biz henüz, fikirlerimiz için birbirimizden vazgeçecek seviyeye gelmedik." syf. 352 







(oğul-baba arasında)







"O kendisi olmak için beni unutmaya belki muhtaç! Fakat ben ancak onun sayesinde biraz kendim olabiliyorum". (baba-oğul arasında) syf.356. 


"Yeniliği kendilerine ucu dokunmamak şartıyle seviyorlardı." syf.361.