19 Nisan 2009 Pazar

Eğer.. 
Son sınıfa gelmemden dolayı alttan kalan kütüphane stajımı yapmak zorunda kalıyor olmasaydım okulu uzatmamak için, 
ve orada gün boyu hiç bir şey yapmadığım halde sırf "2009 Staj Dosyası" na giriş çıkış saatlerimi yazıp imzamı atmak için beklemeseydim saatlerce, 
tüm bunlara rağmen boğaz manzaralı bir kütüphanede staj yapmanın verdiği o dayanılır hafiflik ve kitapların içinde bulunup da vaktini boşa harcayan "emir olunmuş"ları görmenin verdiği dayanılmaz ağırlık içinde internetten gazeteleri okurken bir röportajda gördüğüm "içgüveysinden hallice" deyimiyle bir anda zihnimin buna karşılık bir anlam bulamaması ve ekşi sözlükte bulduğum karşılıklarla yeni bir deyimin varlığından haberdar olup ben de bunu kullanayım dediğim o ballı gözleme tadında bir duyguya kapılmasaydım, 
bu hafta sonu da muhtemelen çoğu zaman olduğu gibi öğle vakti kalkacak ve günümün yarısını heba etmiş halde içlenecektim kendime... 
ve eğer iştahım varsa bir iki bişeyler atıştıracak, hayal gücümün pussuz derinliğinde yaşattığım "zeytin" adlı kedime bir iki lokmabişeyler verebilme ihtimali olacaktı belki, ama 
ne önümüzdeki hafta ilk vizem için ders notlarını almaya gelebilecek,ne fotokopide kitap çekilirken vakit geçsin diye uzun zamandan sonra internet kafeye girmek zorunda kalacak, 
pek alışık olmadığım halde, 
kağıt ve kalem olmaksızın kim bilir kaç doğulu bir gencin esmer parmak uçlarının değdiği eskimişliğiyle duran klavye tuşlarıyla facebook'ta notlar kısmına henüz ne olduğunu bilmediğim bu cümleleri yazacak 
ne de sonrasında ctrl+A yapıp silmek için tereddüt edeceğimi düşündüğüm halde bırak öyle kalsın diyecektim kendime.. 
ve herşeyden sonra tüm bu bitmek bilmeyen boğucu tümcelerin içinde akşam vaktinde "vefa istanbul'da bir semt adıymış" denmesine sebep olan bu semtin gösterişli ama anlamını yitirmiş kafe'sinde iç güveyisinden hallice olacaktım. 
19 Nisan 2009 Pazar/akşama doğru.

20 Ocak 2009 Salı

Merhaba...
kim olduğunuzu ya da gerçekten bu blogun birileri tarafından okunup okunmadığını dert-tasa etmeden ama karşımda da biri varmışçasına yazıyorum bu yazıyı..belki kendimi karşıma alarak, belki eskiden kendisiyle konuştuğum Simurg'a..ya da Phoenix'e..
her halukarda birisi var konuştuğum önemli olan bu..
Önceleri pek sevmezdim bu blog tutma işini..Sanırım en başından beridir internete ve sanal dünyaya karşı var olan bir ön yargılar yumağım devreye giriyor burada.. Neyse ki artık yıktım bunları..
Yakın zamana kadar facebook profilimi de dondurcaktım ebediyyen, ama artık böyle bir hayalimden de vazgeçtim..her geçen gün daha da artarken bağımlılığım, sadece arada bir dondurabilirim onu da durup dururken dert etmiyorum kendime...
Ama facebook'un, twitter'ın, vs gibi yerlerin uzun cümleler için pek de okunulası yerler olup olmadığını düşünürken de birden blog tutma fikri geldi aklıma..aslında eskiden bir blogum vardı..ama pasifize edilmiş durumdaydı..o yüzden "olur öyle" adresli bir blog açmak istedim, fakat kullanımda imiş, sonra "olu öyle arada" demek daha mantıklı idi, ve  diyiverdim işte.. 
bir çok sakinlerimiz gibi ben de hep pencere kenarlarını severim..yolculukta, evde, otobüste, vapurda...özellikle uzun otobüs yolculuklarında pencere kenarında oturmak -yanınızdaki insanı iniş çıkış vs için rahatsız edeceğinizi göze alarak hem de-, pencereden dışarıyı, sadece birkaç dakikalığına geçtiğiniz ve o kısacık anlarda ne kadar keşfedebilirseniz yanınıza o kadarı kar olarak kalan o yerler, köyler, fabiraklar, yol kenarında terk edilmiş arabalar, inekler ve çocuklar..ah o kısacık an göz göze geldiğiniz çocuklar.. 
ayrı bir nimet, ayrı bir zevk oluyor insana..
ve olur öyle arada..!!