1 Mart 1972 Çarşamba

gidişe ve kalışa mersiye.



"kalbini kim kırdı..."

diye mırıldanmaya başladığında Adrian, çoktan yarım günü geçmişti gidişinin üzerinden.

"itiraf et kendine, o gittiii" diyordu.
"bir adam severken, bir adam giderse.." diye.. bu kadar kuvvetli bir acı beklemiyordum.

Sabah sen uyurken tuvaleteymiş gibi kalktım yanından, uykum birden kaçıverdi sankim.
Aslında tee geceleyinden, akşamdan başlamıştı ayrılık acısı. Artık kararını verdiğini söylediğinde -ki sonu bildiğim halde- son bir acılı umutla seni dinlemeye kalkıştım. o noktanın bitip yeni cümlenin başladığı yere kadar  : " there is no future for me at istanbul"  diyişin kafamdaki cızırtı dağlarına çarptı, yankıları içinde kaldı. sonrasında istanbul'un senin ikinci evin olduğunu, ama birincisinin orada oluşunu anlattın. sonra ikimiz oturduk birbirimizi teselli etmeye başladık : belki kalırsan herşey daha kötü olacak, belki bir yıl sonra tamamen "bol&shit" olacak ve üzüleceğiz kötü ayrılarak, ben gittikten sonra tıpkı bana fall in love olduğun gibi başka birine de fall in love olabileceğini..söylemiştin.bu sonuncusu hariç diğerlerini hep beraber konuşuyorduk zaten. fall in love olmak o kadar kolay mı güzelim?! cılız titrek sesimle buna itiraz ettim. hayır böyle değildi hiç bir zaman.

 -bu zamanlar henüz bilmiyordum ama gideceğin haftalarda artık bana "güzel bir adventure idi diyecektin, bu adventure muydu ki senin için? diye soracaktım ben de, sonra susacak, hiç konuşmadan sevişecektik son gecemizde-

ne güzel sana yemek hazırlayacaktım, küçük bir doğum günü yemeği gibi  ya da son akşam yemeği provası gidişinin öncesinde. ama hastaydın, gün boyu çok yorgun, bitkin, karışık ve ... tüm hafta boyunca alkol içmenin verdiği sıkıntı gibi..daha çok psikolojik etkisi olaraktı aslında. ikimiz de başından beri bildiğimiz halde artık bazı şeyleri kontrol edemez olduk.

ben çoktan oradan gitmiştim aslında..

sonra öyle yaslanıp uzandık birbirimize. eve bakmaya gittim..geldim.. kitap okurken kendinden geçmiştin çoktan...uyanınca az biraz konuştuk. gitmeden önce daha mutluyken..eve dönerken yolda yalnız kaldığım için acımasız düşünceler sardı beynimin ve kalbimin yollarını..geldiğimde çoktan hüzün içerisinde bulmuştun beni.
dudakların dudaklarımda ama birbirimize acı akıtıyorduk..çok fazlaydı fazlasına devam edemedik. esnedik gözlerin benim gözlerimin biraz daha aşağısında, saçların göğsume yaslanmış halde.. benim gözlerim açık ve yüzünde geziniyor. kirpiklerinden, kaşlarına atlıyor, aşağıdaki dehlizli gözlerine düşmemek için uğraşıyor ama çevresinde dolanıyorum..sonra yanaklarından dudaklarına..oradan güzelim gerdanına..kulaklarına..binbir gecelerden birindeymişçesine seyr-ü sefa ediyordum..arada bir sen yukarı gözlerime bakıyordun kaçamaklarla. ikimiz de ah deseler ağlayacaktık. kimse ne ah ne vah dedi oysa. biz de hep ikimiz başbaşa ağlayıp durduk. yastıklar ıslattık..sonra birbirimizin şeb-i arus'u olduk.

kafamdaki cızırtı dağlarının içinde sana çoktan yazılmış halde bekleyen bir mektup vardı. onu gitmeden zarflayıp sana vermeliydim. sabah ondan ötürüydü birden uyanıp yataktan kalkmam ve aşağıya inmem.

sonra çok geçmeden sen kalktın geldin ardım sıra..yatakta insanın sevdiceğini bulamayınca kalkıp onu araması ne güzel! :)

ben de böyle sen otobüse giderken peşine düşüp ardın sıra gelmek isterdim. el sallamak, 10 gün sonra geleceğini düşünerek..o zamanlar bu henüz tam bir veda değildi. prova yapıyor gibiydik ve çok başarılıydı. hatta prömiyer'den daha güzeldi belki de.
o gün seninle gelmememin sebebi aslında sadece ağlamaktan korktuğum içindi.

sen çıkınca ben de erkenden çıktım arkandan...vapurla boğaza koştuk. her taraf gri ve kül rengindeydi.
 Yağmur... bütün şarkılar sanki ayrılıktan mı şikayet ediyor ne..neşeli şarkılar sanki düşmanım gibi.

Geçici olarak gidişin mi beni bu kadar üzüyordu yoksa dün gece -bunu çoktan bildiğim halde- "I've decided..." la başlayan cümlelerin mi acıtıyordu. bilemiyorum. ama burada benim için de gelecek yok!

gidişlerimiz ve kalışlarımızla yaşayacağımız acının galasını yapıyorduk bugün. Sanki ülkenin her köşesindeki perdeler bizi oynayacak üzüntüyle gibi bir his var içimde.

ve en kötüsü perdenin sonundaki sahneyi söylemiş olmamızdı en başından : "there is no future". bu bir mutlu son değildi ve bazı basit insanlar filmin sonunun söylenmesinden rahatsızdı ve kızdılar bu nasıl bir film diye. Ama zaten bu oyun popüleritesi olan birşey değildi. Daha çok anlayabilişi olan kısır bir azınlık içindi belki.Ve biz biliyoruz ki onlar sevdikleri filmi defalarca izlemişler de olsa bir çok kez izlerler ve sonunu bilmekten endişe duymazlar. çünkü herşey biraz hiçlik'tir.

auburn and ivory'yla sokaklardaki açık şemsiye mezarlıklarıyla (open air umbrella cementary) ve gün boyu bana eşlik eden, fırtınalar estiren bu yağmurlarla - evet o yağmurlar ki ne zaman deep sadness'larım misafirliğe gelse hiçbir zaman deep happiness'ıyla yalnız bırakmadılar beni-

sana hoşçakal yerine gitme kal diyorduk
ve dudaklarımızda iyh liyebe diyh fısıltısıyla..

gidişe ve kalışa mersiye. syf 27, aralık ikibinonbir - syf  3, şubat ikibinoniki


27 Şubat 1972 Pazar

bir pazar günü

güneşin ışıkları karşıdan yüzüme vuruyor.. ve çıplak bedenime çarşafların arasından. salondan,mutfaktan,yan odadan tıkırtılar geliyor..müzik sesleri. balkondan ayak sesleri. kafamda senin cızırtıların dolaşıyor.ellerin damarlarımın, hücrelerimin üzerindeki dokunuşları.elim kana bulaniyor.
biraz sonra ben de yataktan tembelce kalkıyor, ve "..heyy..good morning" diyorum..ve bir gülümseme.
kahvaltıda kahve-yumurta-balkon-güneş ve kedicik bana eşlik ediyor. sonra gamsız dostum,sigara, ve tatsız da.
güya kitap okurum diye balkona çıktığımda müzik açıyorum..sokaktan protesto sesleri. KESK eylem yapıyor, kimseler eylenmiyor diye..
adalara gidiyor insanlar..beni de çağırıyorlar. belki adalara gidebilirim.. seninle hiç adalara gitmedik orası bana huzur verir hem. iyi ki gitmemişiz. bazen her tarafa senden birşeyler sinmiş de kalmış öyle hissediyorum. kime baksam, kime konuşsam senden birşeyler.. ve işin kötü yanı da hala birbirimizle konuşmaya çalışmamız. eğer konuşacaksaydık senin gibi havadan sudan otdan değil de içimizdeki bu terkedilmiş barakadan konuşmak isterdim..ve konuşuyorum da aslında. fakat kendi kendime gibi oluyor senin bu sorularıma hiç bir zaman cevap vermeyecek gibi takınmış olan halini görünce..gri bir buz parçası sanki herşey. eriyip gitmiyor da, hiç sıcaklık yok ne içimizde ne dışımızda.. soğudukça kendi kendimi ısıtıyor ama o yapamıyorum. ve tekrar kafamda cızırtıların başlıyor.. ama bir taraftan gülüyor eğleniyor koşuyorum..bütün kalbi biraz buruk olanlarla herşeye rağmen iyiyiz biz iyi demeye çalışıyoruz : ama aslında bu bir traji-comic oyun, "no adventure". yoksa filler bize çok kızar ve bilirsin fil hafızalıyız hep.

bir pazar,26,şubat.2012.

18 Ocak 1972 Salı

four season..

11 :19h morning.18 January, 1202
when you sait me that you missed so much..and you tried to mean living without me...realy did you mean this?
ore just because of you are afraiding?
you are leaving soon, it s not the reason of this broken heart
it is beceause of looks like turn back to coldest and frozen soul here.
you came to me in autumn and going back in winter.
but it was, it is and it will be the spring and summer, mein schöner.
                                                                                  the elephant's shadow in the dream. syf: 24,25, Phoenixe Publishing.

17 Ocak 1972 Pazartesi

ashes and snow..

I wish I would be there..with snow, with ashes..with red and purple elephants in front of you, loving.
I know, I couldnt because of some problem of "pobreza"..so cost of living.
something happening.. seems cloudy and dark.. why this silence is so painfull and needle barrel.
feather to fire, fire to blood, blood to bone, bone to marrow, marrow to ashes, ashes to snow..
I wish I would be a purple elephant bringing you letters.
I wish I would be a poem from Delphine et Hippolyte.
                                                                the elephant's shadow in the dream. syf: 34, Phoenixe Publishing.